Islık Çalmayı Unutan Rüzgar
Çok uzaklarda, dağların ardında,
yaprakların bile sessizce fısıldaştığı
sakin bir vadi varmış.
Bu vadide tatlı bir rüzgâr yaşarmış
ve bu rüzgar eskiden neşeyle ıslık çalarmış.
Tepelerden aşağı iner,
ağaçların dallarını kıpırdatır,
çimlerin arasında gezinir,
çocukların saçlarını usulca savururmuş.
Sesi o kadar yumuşak, o kadar neşeliymiş ki,
duyan herkesin yüzünde bir gülümseme belirirmiş.
Onu uzaktan gören herkes
“İşte bizim tatlı rüzgârımız geliyor,” diye sevinirmiş.
Ama bir gün,
o tatlı rüzgar birden susmuş.
Kimse onun neden sustuğunu anlamamış.
Her gün esiyormuş esmesine
ama artık hiç ses çıkarmıyormuş.
Ne bir ezgi,
ne bir ıslık,
ne de bir fısıltı duyuluyormuş.
Sessizce, usulca,
kimseye dokunmadan,
hiçbir şey hissettirmeden geçip gidiyormuş vadiden.
Bir zamanlar rüzgârla dans eden otlar,
artık sessizce eğilip doğrulur olmuş.
Onunla şarkılar söyleyen kuşlar,
şarkılarını unutmuş.
Zaten buralarda hep böyle olurmuş.
Herkes güzel şeyleri severmiş sevmesine
ama yokluğuna da çabucak alışırmış.
Dereler yine akar,
güneş yine doğar,
hayat yine devam edermiş.
Öyle de olmuş.
Hayat, hep olduğu gibi akıp gitmiş.
Ama vadinin bir kenarında,
küçük bir papatya varmış ki
papatya bu sessizliğe hiç alışamamış.
Çünkü onun için rüzgârın sesi,
hayatın sesiymiş.
Bu papatya
her sabah erkenden uyanıp,
sessizce rüzgârı bekler olmuş.
Onun sessizliğini dinlemiş
ve içinden hep aynı soruyu sormuş:
“Bir rüzgâr, nasıl olur da ıslık çalmayı unutur?”
Günler, haftalar, aylar, mevsimler geçmiş.
Ama papatya hep sabırla beklemiş.
Bir sabah erken vakitte,
rüzgâr yine vadiden sessizce geçerken
küçük papatyayı görmüş.
Papatya, minik taşların üzerine
dikkatle yerleştirdiği kuru yapraklarla
bir şeyler yazıyormuş.
Rüzgâr merak etmiş,
biraz yaklaşınca yazılanları görmüş.
Şöyle yazıyormuş taşın üstünde:
“Ben seni duyuyorum.”
Rüzgâr o anda durmuş.
Uzun zamandır ilk kez,
içinde bir şey hissetmiş.
Sanki uzun bir uykudan uyanır gibi olmuş.
Rüzgar biraz yaklaşınca
papatya başını kaldırıp
sessizce fısıldamış:
“Senin sesini çok özlüyorum,” demiş.
“Sen şarkı söylediğinde,
ben kendimi daha canlı hissediyordum.
Ama şimdi sadece yaşıyorum.
İçimde bir şey eksik.”
Rüzgâr papatyanın çevresinde dolaşmış.
Ama hâlâ konuşmuyormuş.
Sadece dinliyormuş.
“Neden sustun?” diye sormuş papatya.
“Bir şeyden mi korktun?”
Rüzgar ilk kez konuşmuş:
“Korktum,” demiş.
“Önce korktum,
sonra da utandım.
Bir gün tepelerden inerken,
arkamdan biri bağırdı:
‘Çok gürültülüsün, sus artık!’ diye.
O an sustum.
Sesimin herkesi rahatsız ettiğini düşündüm.
O günden sonra,
kimseye dokunmadan,
sessizce geçtim her yerden.”
Papatya yapraklarını hafifçe açıp
rüzgâra doğru eğilmiş.
“Bazen, en hafif uğultumuz bile
fazla gelir birilerine,” demiş.
“Kimileri kuşların ötüşünden bile rahatsız olur,
kimileri dalgaların sesinden.
Hatta kimileri,
yağmur damlalarının yere düşmesinden bile..”
Şaşırmış rüzgar.
“Yağmur damlalarından bile mi?” diye sormuş kısık bir sesle.
“Ama o ses kimseye bir şey yapmaz ki.”
Papatya gülümsemiş.
“Sen de bir şey yapmadın ki,” demiş.
“Sadece… bazen kendin olmak bile
yeterince rahatsız edebilir birilerini.
Aynı, birilerini sevindirdiği gibi.
Ama bu kendinden vazgeçmek zorunda olduğun anlamına gelmez.”
O an,
rüzgârın içinde bir şey titremiş.
Yıllardır sıkıştığı yerden
bir ezgi çıkmaya yeltenmiş.
Utangaç bir melodi gibi—
çekingen, eski, tanıdık.
“Ben sadece esiyordum,” demiş rüzgâr.
“Ama şimdi… yeniden yaşıyormuş gibi hissediyorum.”
Papatya derin bir nefes almış.
Göğe bakmış.
Ve kalbinden geçenleri rüzgâra bırakmış:
“Sen sadece estiğinde
uçurtmalar yine göğe yükselir.
yel değirmenleri ve rüzgar gülleri yine döner…
Ama sen ıslığını çaldığında,
Her şey daha güzel döner
dünya daha güzel döner.”
O sabah
rüzgar uzun zaman sonra
yeniden ıslık çalmış.
Kuşlar o eski şarkıları hatırlamış,
otlar yeniden rüzgârla dans etmiş.
“Ben aslında ıslık çalarken neşeliymişim,”
demiş rüzgar.
Papatya çok sevinmiş.
Ve o günden sonra
rüzgârın şarkısı
vadiden hiç eksilmemiş.