Deniz Kestanesiyle Arkadaş Olmanın Yolları
Derin, çok derin bir denizin dibinde,
kımıldamadan duran küçük bir canlı yaşarmış.
Ne yüzer, ne kaçar, ne de saklanırmış.
Çünkü zaten hep saklanır gibi yaşarmış.
Adı deniz kestanesiymiş.
Deniz kestaneleri,
kendi kabuklarının içinde diken diken dururmuş.
Görünüşleri biraz kirpiye benzermiş ama onlar denizin çocuğuymuş.
Sessiz, sabırlı ve dokunulmaz.
Küçük deniz kestanesi de öyleymiş işte.
Bir kayanın altına tutunur,
günler, aylar, belki de yıllar boyunca yerinden kıpırdamazmış.
Görse de konuşmaz, duysa da cevap vermezmiş.
Ama kalbi varmış.
Küçük bir kalp.
İçeri doğru kıvrılmış.
Dikenlerinin ardında, karanlıkta atan bir kalp.
Ve o kalp…
hiç dokunulmamış.
⸻
Küçükken bir gün,
bir denizanası ona yaklaşmış.
Renkliydi, pırıltılıydı, dans eder gibi yüzüyordu.
“Sen neden böyle duruyorsun hep?” demiş.
“Sıkılmıyor musun hiç?”
Deniz kestanesi cevap vermemiş.
Ama o gün…
ilk defa birinin yaklaşmasına izin vermiş.
Denizanası,
kendi parıldayan kollarından birini uzatmış.
Kestanenin dikenlerine değmeden,
ama çok yakına.
“Merak ettim sadece,” demiş.
“Acaba içinde nasıl biri yaşıyor?”
Ve tam o sırada,
bir dalga gelmiş.
Küçücük bir dalga.
Ama o kadar beklenmedik bir anda gelmiş ki,
denizanasını deniz kestanesine doğru itmiş.
Bir temas…
acı bir dokunuş…
ve bir anlık bir çırpınış olmuş.
Denizanası geri çekilmiş.
Dikenler, iğne gibi batmış.
“Canım yandı…” demiş.
Ve başka hiçbir şey demeden,
ardına bile bakmadan gitmiş.
⸻
O günden sonra,
bir daha kimse ona öyle yaklaşmamış.
Kestane de kendi kendine şöyle demiş:
“Ben batmadan sevilemem.
O yüzden sevilmemeliyim.”
Ve oracıkta kalmış.
Dikenleri biraz daha uzamış.
İçindeki ses biraz daha kısılmış.
Ama kalbi atmaktan hiç vazgeçmemiş.
Sadece…
kimse duymasın diye çok sessiz atmaya başlamış.
⸻
Deniz geçip gitmiş onun çevresinden.
Balıklar geçmiş, yosunlar büyümüş, kabuklar sürüklenmiş.
Ama küçük kestane hep aynı yerde kalmış.
Ta ki bir gün…
bir su kaplumbağası gelene kadar.
Kaplumbağalar yavaş yüzer,
yavaş düşünür,
ama derinden hissedermiş.
O gün,
o kaplumbağa, kestanenin tam yanına gelmiş.
Ve hiçbir şey demeden…
sadece durmuş.
Kestane ürkmüş.
“Yaklaşma,” demiş.
“Batarsın.”
Kaplumbağa başını biraz yana eğmiş.
“Ben sana dokunmak istemiyorum,” demiş.
“Sadece yanında olmak istiyorum.”
Deniz kestanesi ilk defa böyle bir cümle duymuş. Dokunmadan… sadece yanında oturmak mı?
Bir şey kıpırdamış içinde. Küçük bir merak. Küçük bir umut. Küçük ama gerçek bir şey.
⸻
Günler geçmiş.
Kaplumbağa her gün biraz daha yaklaşmadan gelmiş.
Kestanenin yanına oturmuş.
Konuşmamış.
Ama gitmemiş de.
Ve bir gün deniz kestanesi ilk defa birine bir şey demek istemiş.
“Ben aslında kötü değilim. Sadece… dikenlerim üstümdeyken nasıl sevilebileceğimi bilmiyorum. Ve bu yüzden hep kendi içimde kalıyorum.”
Kaplumbağa derin bir nefes almış.
Ve şöyle demiş:
“Sevilmek için kalbini tamamen göstermen gerekmez. Hepimiz kalbimizi koruruz. Bazen dikenlerimizle, bazen kabuklarımızla… Ve sen, kalbini korurken de sevilebilirsin. Birisi seni sevdiğinde, kalbini koruyan yerlerini de sever.”
Kestane biraz susmuş.
Sonra dayanamayarak sormuş:
“Neden bunca zaman geldin?
Neden hiç gitmedin?”
Kaplumbağa hafifçe gülümsemiş.
Ve ilk defa kendi hikâyesini anlatmış:
“Gençken…
sırtıma bir midye yapışmıştı.
Küçüktü ama ağırdı.
Ve ben onu hiç sökmeye çalışmadım.
Çünkü biliyordum ki,
her şeyin kendi zamanı vardır.
Ve midye bir gün…
kendi kendine ayrıldı benden.
Ne kırarak, ne acıtarak.
Sadece hazır olduğunda.”
⸻
Kestanenin dikenlerinin içindeki kalp,
ilk defa yavaşça büyümüş o an.
Çünkü biri,
onun zamanı gelmeden gitmemeyi
gerçekten bilen biriymiş.
Bir gün küçük kestane
kaplumbağaya bir şey demiş:
“Ben eskisi kadar sert hissetmiyorum.”
“Ama hâlâ aynı yerdeyim.”
“Sence bu, değişmek midir?”
“Bilmem,” demiş kaplumbağa. “Bazen kalmak da bir değişimdir. Ama belki de en çok… seni olduğun gibi kabul eden bir yerde kalmak. Çünkü o zaman kendini saklamaya çalışmazsın.”
–
Ve bir gün,
kestane biraz açılmış.
Çok az.
Belki sadece bir diken kadar.
Ama içinden bir ışıltı çıkmış.
Kendi bile fark etmemiş.
Ama kaplumbağa görmüş.
Ve hiçbir şey demeden,
o küçük ve muhteşem ışıltıya bakmış.